Sarının en sıcağında, daha acayip olan hayatımın daha da ya da gitgide daha fazla alıştığım birbirinin aynısı olmayan zaman dilimleri. Dinliyormuş gibi yaptıklarım, anlıyormuş gibi davrandıklarım. Farklı yüzler…
İnsanların bedenlerine sıkışmış ruhlarından kaçışlarını hissediyorum. Her kaçış, güven duygusu. Kaçış çabaları. Ama sen, sen doğa... Sen ve ben hep, seninle ben her zaman bir bütün olacağız. Çıkaramazsın ama öyle hissettirirsin.
Bazı şeyler unutulmaya zorlanmış gibi, sanki direniyor yenilmemek için. Koca bir tünelin sonuna gelmişiz de bir adımlık güneşi görüp aydınlık sandığımız karanlığa bu defasında bilerek girecekmişiz gibi.
Gözlerini açtı. Yere düşerek parçalandı her şey. Duvar dibine sindi. Huzuru aradı. Yavaşça sıçradı. Birini arar gibi bakındı odaya. Kendini izleniyor hissetti ve kendisine çevrilmiş gözlerin, onu soluksuz bırakıp hareket etmesini engelleyen yapışkan bir ağ ördüğü izlenimine kapıldı. Birine anlatmayı…
Bazen önümde sınırsız bir yeşil, mavi ve sarı uzanırmış gibi hayal bile kurmuyorum. O yerlerdeki insanların mutluluk dolu aptallığını, bir tutam tuz serper gibi, toprağa bırakıyorum. Bir salı sabahı, yarıda kalmış şehrin küçük bir bahçesinden, unutulmuşluğa yazıyorum. Görünmez bir ip…